Sayfalar

1 Nisan 2012 Pazar

BİR SLOGAN, ‘KENDİNİ BUL’. VE DAHA FAZLASI.




Geçen gün yolda yürürken, billboardlarda bir reklam dikkatimi çekti. Bir giysi markası yeni sezon ürünlerini sunarken giydirilmiş genç kızı fotoğraflamış ve sadece ‘’ Kendini bul!’’ sloganı ile yetinmiş.
Yetinmesi de doğal, çünkü bu çok yeterli ve çarpıcı bir söylem. Nasıl mı? Açıklayayım,


Bugün tekstil sektöründe bir firma, sundukları kıyafetlerin reklamında ‘’kendini bul!’’ sloganı kullanabiliyorsa düşünmek gerekir.
Reklamlarda bir reklamın beslendiği iki güçlü nokta, ya kişilerin ihtiyaçlarına yanıt oluşturduklarını öne sürerek, ya da ihtiyaçları olduğu algısını telkin ederek; insanların zihnine bu ihtiyaç algısını yerleştirerek talep yaratarak beslenir.


Giysileriniz ile kendinizi bulacağınızı öne süren bir reklam düşündürücüdür. Düşündürücüdür çünkü, bu kez ilk seçenekten yani bir gerçekten beslenir. Bu, insanın kendini bulamaya ihtiyacı olduğu gerçeğidir.
Çünkü insan öz varlığından, kendisinden uzaklaştırılmıştır. Algılarımız hep dışa odaklıdır.  Dışını besle, imajını koru, görüntü, görsellik, kendini fiziksel bedeni ile tanımlayarak sınırlanmış bir aynada gördüğü ben, içini keşfedemez. Öz kaynaklarını, öz güçlerini ve yeteneklerini bilemez. Kendinden, özünden, içindeki benden uzaklaşıp dış ben ile tanımlanan insan savrulur. Bu kaçınılmazdır.


Keskin bir virajı, geniş açıyla alan aracın merkezkaç kuvveti ile, dar açıyla virajı alan diğer bir araca göre daha çok savrulması gibi.
İnsan da merkezinden, içinden, kendinden, özünden uzaklaştıkça savrulması artmaktadır. Sonra bu açığı önce dışsal olarak yani dışarıdaki etkenlerle kapatmayı deniyoruz, işe yaramadığını fark ettiğimizde ‘neden?’ sorusunu sormaya başladığımızda ‘nasıl?’ sorusuna ulaşıyor ve bir gün bu durum, bizi içe yönelmeye götürebilmektedir.


Her sezon gardrobumuza trend giysiler eklenir. Dışsal dönüşümü gayet güzel takip eden ve uyarlayan bir toplum yapımız var. Çok güzel. Reklamlar ‘Beni al, beni al’ diye bağırıyor, billboardlarda bir reklamdan diğerine afiş değişimi birbirini kovalıyor.


Dışsal değişim ve kişisel imajımız tabii ki çok önemlidir. Giysilerimiz beden dilimizdir. Ruh halimizi, karakterimizi, tarzımızı ve kendimizi sözsüz ifade etmenin en çarpıcı ve doğal yoludur.Yapılan araştırmalara göre İnsanların, işitsel, görsel, dokunsal temsil sistemlerinden, % 60’ının öncelikli olarak görsel temsil sistemini kullandığı bir dünyada yaşıyoruz. Yani insanların çoğu önce görseldir. Bu açıdan bakınca görünüşümüze önem veriyor olmamız da doğal aslında. Bununla birlikte sorun büyük oranda, daha azınlıkla dokunsal temsil sistemimizi kullanıyor olmamız olabilir. Dokunsal temsil sistemi duygularla, sezgilerle, hissetmekle ilgilidir. Daha çok hissetmeye odaklanabilen insanlar, görsel imajlarını doyurmalarının ardından, içsel boşluğu daha kolay ve erken hissedebilen grup olamaya daha çok aday gibi görünüyor. Hissetme ve duygu odaklı oldukları için başkalarının duygularına olduğu kadar kendi duygularını dinlemeye de daha yakın grubu oluşturuyor olabilirler, çünkü daha içseldirler.


Böylece her sezon yenilikleri gardrobuna taşıyan insan, bir süre sonra içsel doyumsuzluğunu yani derin içsel boşluğunu imaj ile kapatamadığını fark edebilir.
Peki içsel doyumu sağlamanın yolları nelerdir?
Dışsal doyum ile, içsel mutluluğa erişemediğimizi fark ettiğimizde, içsel doyumun arayışına girişiyoruz. Böylece dışsal imaj ile ‘kendini bul’ diyen bir giysi kataloğu, o kişide o reklamın amaçladığı yüksek hipnotik etkiyi yaratamaz.


Kendini bulmak, ‘içsel’dir. Böylece kişisel gelişim alanında ilerlemeyi, kendini içsel olarak tanıma ve geliştirme hatta dönüştürme yolculuğuna çıkar insan. Dönüşüm, çünkü; bugüne kadar olduğunu sandığı ben den, özünde gizli bir cevher gibi kapalı kalmış ben e uzanan bir değişim yolculuğunda, olduğun halden özüne dönüşüm projesidir.


Bir reklam sloganı; Kendini bul!
Gerçeklerin gücünden beslenen bir reklam sloganı, tebrikler!
Kendini bul.. hangi kendini? Kaybetmiş olduğun..


Evrim Balıkçı
Kuantum Yaşam Koçu