Sayfalar

12 Nisan 2012 Perşembe

IP MAN, GLADYATÖR, VESUR YÜREK FİLM TÜRLERİNİN BÜYÜSÜ


Geçen akşam bir arkadaşımızın önerisiyle IP MAN filmini izledik. Gerçekten etkileyiciydi, filmin kahramanı Bruce Lee’nin Dünyaca ünlü hocası olan, Wing Chun’un yani Ip Man lakaplı ustanın gerçek hayat hikayesini anlatıyordu. Geliştirmiş olduğu rakibine darbe vurmadan yenme mantığı ile geliştirdiği kung fu tekniğini ele alırken, bilge kişiliği ile de felsefik açıdan doyurucu filmlere örnek olacak nitelikleriyle bizim de beğenimizi kazandı. Yer yer bazı sahnelerde Cindrella Man filmini izlediyseniz, ona çağrışım yapabilecek bezerliklere de sahip. O kadar ilgi görmüş ki, 2. ve 3. Ip Man serisi çekilmiş.


Peki Ip Man, Gladyatör, Cesur Yürek gibi kahramanların gerçekleştirdiklerini izleyiciye sunan bu tür filmlerin, bu derece başarılı gişe yapmasının nedeni nedir? Neden kahramanlara hayran kalıyoruz? Psikoloji, bir bakış açışıyla bunu şöyle açıklıyordu; O kahramanları izlediğimizde, ki öyküler genelde kahramanların kazanmasıyla, iyinin hakkının filmin sonunda verilmesiyle sonlanır, bizler de mutlu oluruz veya onlar inandıkları değerler uğruna ölümü göze alırlar, ölmüşlerse de kahramanca ve onurlu ölmüşlerdir. Böylece biz seyirciler tatmin oluruz, içimizdeki evrensel doğruya göre sonlanan film mutlu kılar bizi, ya da evrensel doğruları savunarak ölümsüzleşen kahramanlar sonsuz saygımızı ve sevgimizi kazanırlar. 
Peki, konumuza geri dönersek kahramanlık filmlerinin bu derece gişe yapmasının nedeni nedir? Bu tür filmlerin 3 önemli sihri vardır.
1) İçimizde saklı kalan kahramanı canlandırmış, uyandırmış olmaları olabilir mi? Yani doyurulması gereken bir ihtiyacı karşılıyor olabilir mi bu tür filmler? 
Pek çok insanın günümüzde korku psikolojisiyle yönetildiği dünya toplumlarında, bu filmlerle kahramanlık yönümüz tatmin edilmiş olur, yani toplumun aç olduğu bu duygusu doyurulur, başka bir iddiaya göre. Kısmen de doğru görünüyor bu savlar. Peki başka bir sav olabilir mi sizce de?


2) Kişisel ve ruhsal gelişimin günümüzde yükselen bakış açısına göre, sevmediğimiz karakter özellikleri aslında bizde de var olan fakat reddettiğimiz özelliklerdir. Kulağa itici geliyor farkındayım. Ancak bunu şöyle açarsak daha kabul edilebilir gelecektir. Karşımıza çıkan, bize zarar veren ya da hoşlanmadığımız karakter özelliklerine ya da davranış modellerine sahip insanlar, aslında aynı özelliklerin bizde de olduğunu bize gösterecek olan, yani bize ‘aynalık’ yapan kişilerdir. Yani benzer enerjiler birbirini bulmuştur diğer bir deyişle. Diğer taraftan bu özellikler toplumsal öğretiler gereği olumsuzdur, istenmeyen ve kötü olarak etiketlenmiş davranışlardır. Mesela yalan söyleyen birinden hoşlanmayız, çünkü yalancıdır o! Etiketleriz, sanki bizde o özellik yokmuş gibi. Ya da beğenmediğimiz bir özelliği, bizdeki aynı ama bastırdığımız, ‘kötü’ adledildiği için kendimize de yakıştırmadığımız özelliklerdir. İşte o kişi o özelliği ile bize ‘aynalık’ ederek, ittiğimiz, görmek istemediğimiz tarafımızla yüzleştirir bizi. Yalancı insanlara öfke duyarız. Elbette yalan söylemek iyidir demiyorum. Demek istediğim, ittiğimiz o insanların o özellikleri bizi kızdırır. Öfkenin ardında acı vardır çünkü, bu yüzden kızdırır aslında. Bizde var olmayan bir şeyi tanıyamaz, bilemez ve göremezdik çünkü. 
Oysa hepimiz BİRiz. O kişinin aynalık yapan o özelliğini görüp, kendimizde olduğunu fark edip, sevgiyle kabul etmediğimiz ve dönüştürmediğimiz sürece, kendimizdeki bu düğümden de kurtulamayız. Bu konu çok konuşulur ve artık kabul edilirde olmaya başlandı.


Tıpkı burada olduğu gibi insanlar bize olumlu, iyi ve takdir ettiğimiz yönleriyle de aynalık ederler. Atladığımız konu işte tam da budur! Bu filmlerin üzerimizdeki gizemli ve çekici tarafı yani. 
Filmlerdeki kahramanlar bizde var olan, ama henüz farkında olmadığımız ya da farkında olduğumuz ama henüz ortaya çıkartamadığımız o yönümüze ışık tutarlar. Hemen herkesin idolleri vardır. Olması da doğaldır hani. Hayranlık duyduğunuz idol isimlerin hangi özellikleri, sizi büyülüyor? İşte bilin ki o özellikler sizde de var olan ve ortaya çıkarmanızı bekleyen taraflarınızdır. İşte o kahramanlar buna aynalık ederler.
3) Diğer bir büyülü tarafı da bizim için, halifelik psikolojisinde yaşayan, yani kendi hayatının iplerini elinde tutan, sorumluluk alan insanlar olarak, örnek kahramanlar oluşlarıdır. Ruhumuz onlar gibi olabileceğimizi biliyor, özde bunu hissediyoruz, ama o öz ile bağlantımız zayıf ne yazık ki. Onlar cesaret etmiş ve olmuş kişilerdir, rol modelledir aslında bizim için. Korkularını aşmışlardır. Çoğumuzda ise ego bilinci nedeniyle, olduğumuzu sandığımız sınırlı bene sıkışıp korkularımızı aşamadığımız için kurban psikolojisinde hayatımızı sürdürürüz. Aslında yazılımımızda, bu kabuğun dışına çıkıp, olabileceğimiz kahramana dönüşmek varken, çıkamadıkça filmlere sığınırız. Anlık doyumlar yaşarız.


Tavuk çiftliğinde yaşayan kartal hikayesini çoğumuz duymuşuzdur. Tıpkı onun gibi; 
Sen de bir kartal olarak doğdun. Tavuk bilinciyle yaşamak doğana aykırı. Tavuk bilincinin rüyalarını gerçekleştirmekten seni alıkoymasına izin verme. Ama öncelikle bugüne kadar tavuk bilinciyle yaşadığını ve kartal bilinci potansiyeline sahip olduğunu farkında ol. Tavuk gibi düşündüğün ve yaşadığın sürece bir kartal olamaz ve göklere yükselemezsin. Özgüven senin kartal bilincin. Başına ne gelirse gelsin pes etme, silkelen ve şimdi, neler yapabileceğini düşün. Hayranlık duyduğun özellikleri keşfet ve bunların, bekleyen hazinelerin olduğunu hatırla. Onları hayata geçirmek için elinden geleni ardına koyma.


Sevgi ile hoşça kalın.

3 Nisan 2012 Salı

EN MUTLU HAYAT



Yaşamınızda ne olsaydı çok mutlu olurdunuz?
Çoğu kez mutsuzluğumuzu farkında oluyoruz da, neden mutsuz olduğumuzu kendimize pek sormuyoruz. Ya da yakınıyoruz ama yakınmanın dışına çıkıp, çözüm üretecek bakış açılarıyla bakmayı düşünmüyoruz. Ne istediğimizi ne kadar biliyoruz? Mutluluğa giden yol herkes için farklı farklı tanımlanabiliyor. Çünkü her birimizin değerleri farklı, hayattan beklentilerimiz de farklı.

Dönüşüm için en keyifli deneyim, en iyi koçluk sürecidir.
‘Kendime en uygun yaşam koçunu arıyorum’ diyorsanız, yaşamınızda bir dönüm noktasında bulunuyorsunuz demektir.

Yaşam koçluğu, yaşam kalitesini arttırmak isteyen herkes için en uygun çözümdür. Kendisinin en iyi versiyonuna ulaşmak isteyenlere en kaliteli hizmeti sunan yol arkadaşlığı çalışmasıdır. Her şey, hayatında belli alanlarda ya da kendinde değişim ve dönüşümü arzulayan kişilere, farkındalık arttırma temeline dayanarak başlayan ve ilerleyen bir süreçtir.

Gündelik yaşamın içinde ve zamanın bizi yönettiği rutinde,  insanın kendisine daha az zaman ayırabildiği bir sistemde yaşıyoruz. ‘’Teknoloji hayatımıza girdikçe insanların dokunulma ihtiyacı artıyor’’ dediği gibi yazarın. Kendisiyle olmaya, kendisiyle baş başa kalmaya fırsat yaratamadıkça, farkındalığımız azalıyor. Toplumda insanların depresyon oranının giderek artmasının temel nedeni de budur; insanın kendinden uzaklaşması.

Hayat anda akıyor, andaki farkındalık düzeyimizse gittikçe azalıyor. Zihin sürekli insanın kendi dışındaki faktörlerle meşgul ediliyor. ‘’Yalnızlığın yaratıcı gücünü keşfetmeyenler, kendileriyle hiçbir zaman tanışamazlar.’’ Dediği gibi ROMAİN GARY’in. Kendinden uzaklaşan insan, yaşamın akışında başına sarsıcı bir olay gelmedikçe aynı rutinde rastgele yaşamaya devam ederken kendini kaybedip, bunalımını büyütüyor.

Çoğunlukla hayatın dilini okumayı bilmiyoruz. Yaşam olaylarla, içsel sıkıntılarımızla, ya da çeşitli hastalık ve kazalar ile mesajlar yolluyor. Fark etmemiz için! Ruhumuza uygun bir yaşamı, bizi mutluluğa götürecek en kolay ve kısa yoldan mutluluk kapılarına ulaşacağımız kendi yolumuzda gitmemiz için mesajlar yolluyor. Kendimizle vakit geçirebiliyor olsaydık, yanıtları da kolayca görüyor olacaktık.

İnsan kendisiyle baş başa kalmadıkça, kendini dinlemedikçe ve farkındalığını arttırmadıkça mutsuzluğu daha da artacaktır, bu kaçınılmazdır. Teknoloji arttıkça yalnızlığımız büyüyor. Bizleri kuşatan her gün binlerce veri ve data akışından sıyrılmadıkça çıkışa giden yolda daha uzun labirentler çiziyoruz.

Koçluk çalışmalarında pek çok metot ve uygulamanın asıl amacı; kendisiyle baş başa kalamayan, kendine doğru soruları soramayan ya da kendi öz benliği ile iletişimi zayıfladığı için kendine sorduğu sorulara yanıt bulamayan kişilere doğru sorular ile ayna tutmaktır. Bazen de tüm bunların dışında kişi farkında olduğu halde, istediği yönde ilerleyememektedir, bu aşamada da koçluk süreci devreye girebilmekte muhteşem sonuçları almamıza imkan vermektedir. Farkındalık arttığında ardından çözümü görmek de çok kolaylaşıyor; labirente kuş bakışı bakarız ve yol kısalmıştır.

Yaşamda mutluluk için her insan bütün yanıtlara ve içsel kaynaklara sahiptir. Yeter ki ulaşmak istesin.
Siz neye hazırsanız o da sizin için hazırdır. İhtiyaç duyduğunuzda ve yürekten çözümü arzuladığınızda, çözüm için gerekli bilgi size ulaşacaktır.

Yaşam olasılıklarla dolu. Enerjimizi yükseltip, düşüncelerimizle güçlendirdiğimiz olasılığı, hayatımıza çekiyoruz, farkında olsakta olmasakta.

Yaşam avuçlarınızda
Siz onu nasıl tutuyorsunuz?
Yaşam size bir çok soru sorar. ‘Peki bu durumda ne yapacaksın?’ der.
Sizin verdiğiniz yanıtlar neler?
Mutluluğunuzu belirleyen şey; hayatınızın koşulları değil,
Şu an ve şimdi’de sizin hayata verdiğiniz yanıtlardır.
Enerjiniz ne ise, siz O’sunuz. Bakış açınız, düşüncelerinizi belirler, düşünceleriniz duygularınızı..

Gelin, içinizden yükselen sizin doğru yanıtlarınıza birlikte ulaşalım. İçinizdeki potansiyel açığa çıkmak için farkındalığınızı ve kararınızı bekliyor. Bu muhteşem deneyimi hayatınıza katın, çünkü bunu hak ediyorsunuz.

Sevgiyle kalın.

1 Nisan 2012 Pazar

BİR SLOGAN, ‘KENDİNİ BUL’. VE DAHA FAZLASI.




Geçen gün yolda yürürken, billboardlarda bir reklam dikkatimi çekti. Bir giysi markası yeni sezon ürünlerini sunarken giydirilmiş genç kızı fotoğraflamış ve sadece ‘’ Kendini bul!’’ sloganı ile yetinmiş.
Yetinmesi de doğal, çünkü bu çok yeterli ve çarpıcı bir söylem. Nasıl mı? Açıklayayım,


Bugün tekstil sektöründe bir firma, sundukları kıyafetlerin reklamında ‘’kendini bul!’’ sloganı kullanabiliyorsa düşünmek gerekir.
Reklamlarda bir reklamın beslendiği iki güçlü nokta, ya kişilerin ihtiyaçlarına yanıt oluşturduklarını öne sürerek, ya da ihtiyaçları olduğu algısını telkin ederek; insanların zihnine bu ihtiyaç algısını yerleştirerek talep yaratarak beslenir.


Giysileriniz ile kendinizi bulacağınızı öne süren bir reklam düşündürücüdür. Düşündürücüdür çünkü, bu kez ilk seçenekten yani bir gerçekten beslenir. Bu, insanın kendini bulamaya ihtiyacı olduğu gerçeğidir.
Çünkü insan öz varlığından, kendisinden uzaklaştırılmıştır. Algılarımız hep dışa odaklıdır.  Dışını besle, imajını koru, görüntü, görsellik, kendini fiziksel bedeni ile tanımlayarak sınırlanmış bir aynada gördüğü ben, içini keşfedemez. Öz kaynaklarını, öz güçlerini ve yeteneklerini bilemez. Kendinden, özünden, içindeki benden uzaklaşıp dış ben ile tanımlanan insan savrulur. Bu kaçınılmazdır.


Keskin bir virajı, geniş açıyla alan aracın merkezkaç kuvveti ile, dar açıyla virajı alan diğer bir araca göre daha çok savrulması gibi.
İnsan da merkezinden, içinden, kendinden, özünden uzaklaştıkça savrulması artmaktadır. Sonra bu açığı önce dışsal olarak yani dışarıdaki etkenlerle kapatmayı deniyoruz, işe yaramadığını fark ettiğimizde ‘neden?’ sorusunu sormaya başladığımızda ‘nasıl?’ sorusuna ulaşıyor ve bir gün bu durum, bizi içe yönelmeye götürebilmektedir.


Her sezon gardrobumuza trend giysiler eklenir. Dışsal dönüşümü gayet güzel takip eden ve uyarlayan bir toplum yapımız var. Çok güzel. Reklamlar ‘Beni al, beni al’ diye bağırıyor, billboardlarda bir reklamdan diğerine afiş değişimi birbirini kovalıyor.


Dışsal değişim ve kişisel imajımız tabii ki çok önemlidir. Giysilerimiz beden dilimizdir. Ruh halimizi, karakterimizi, tarzımızı ve kendimizi sözsüz ifade etmenin en çarpıcı ve doğal yoludur.Yapılan araştırmalara göre İnsanların, işitsel, görsel, dokunsal temsil sistemlerinden, % 60’ının öncelikli olarak görsel temsil sistemini kullandığı bir dünyada yaşıyoruz. Yani insanların çoğu önce görseldir. Bu açıdan bakınca görünüşümüze önem veriyor olmamız da doğal aslında. Bununla birlikte sorun büyük oranda, daha azınlıkla dokunsal temsil sistemimizi kullanıyor olmamız olabilir. Dokunsal temsil sistemi duygularla, sezgilerle, hissetmekle ilgilidir. Daha çok hissetmeye odaklanabilen insanlar, görsel imajlarını doyurmalarının ardından, içsel boşluğu daha kolay ve erken hissedebilen grup olamaya daha çok aday gibi görünüyor. Hissetme ve duygu odaklı oldukları için başkalarının duygularına olduğu kadar kendi duygularını dinlemeye de daha yakın grubu oluşturuyor olabilirler, çünkü daha içseldirler.


Böylece her sezon yenilikleri gardrobuna taşıyan insan, bir süre sonra içsel doyumsuzluğunu yani derin içsel boşluğunu imaj ile kapatamadığını fark edebilir.
Peki içsel doyumu sağlamanın yolları nelerdir?
Dışsal doyum ile, içsel mutluluğa erişemediğimizi fark ettiğimizde, içsel doyumun arayışına girişiyoruz. Böylece dışsal imaj ile ‘kendini bul’ diyen bir giysi kataloğu, o kişide o reklamın amaçladığı yüksek hipnotik etkiyi yaratamaz.


Kendini bulmak, ‘içsel’dir. Böylece kişisel gelişim alanında ilerlemeyi, kendini içsel olarak tanıma ve geliştirme hatta dönüştürme yolculuğuna çıkar insan. Dönüşüm, çünkü; bugüne kadar olduğunu sandığı ben den, özünde gizli bir cevher gibi kapalı kalmış ben e uzanan bir değişim yolculuğunda, olduğun halden özüne dönüşüm projesidir.


Bir reklam sloganı; Kendini bul!
Gerçeklerin gücünden beslenen bir reklam sloganı, tebrikler!
Kendini bul.. hangi kendini? Kaybetmiş olduğun..


Evrim Balıkçı
Kuantum Yaşam Koçu